Suyun Müşterekler Siyaseti – Özdeş Özbay

Müşterekler kavramı Garret Hardin’in 1968 yılında yazdığı “Müştereklerin Trajedisi” makalesinden 1990’lı yıllara kadar daha çok akademik bir tartışma olarak kaldı. Ancak 1980 yılında küresel çapta uygulanmaya başlanan neoliberal politikaların son derece ‘trajik’ olan sonuçlarının 1990’larda hissedilir olması özellikle su meselesi etrafında toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Neoliberal politikalar “başka bir alternatif yok” mottosu ile kamunun hantal ve kalitesiz hizmet sunduğu anlayışına dayanarak uygulanıyordu. Buna karşı daha yenilikçi ve etkin olduğu düşünülen özel şirketler ve piyasa uygulamaları, hizmet kalitesini arttırmanın tek yolu olarak anlatıldı. Özellikle su meselesinde bu anlayışın en net uygulamalarını yaşadık. Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar su hizmetlerinin ya doğrudan özel işletmelere ya da kamu-özel işbirliğine bırakılması politikalarını tüm dünyaya dayatıyordu. Bu uygulamaların yanı sıra göllerin, nehirlerin, yer altı sularının da kullanım hakları artan bir hızla şirketlere veriliyordu. Ancak kısa sürede bu girişimler başarısız oldu. Ortaya çıkan sosyal ve ekonomik sorunlar nedeniyle neoliberal su politikalarına karşı çıkan hareketlerin doğması da gecikmedi.

Müşterekler siyaseti de su hakkı mücadelelerinin yükseldiği dönemle eş zamanlı olarak neoliberal politikalara karşı yükselişteydi ve çoğu kez bu iki mücadele iç içe gelişti. Su hakkı, nasıl suyun metalaştırılmasına ve ticarileştirilmesine karşı suyu bir hak olarak görüyorsa, müşterekler siyaseti de hemen her alanda yaşanan metalaştırmaya karşı su, toprak, denizler, ormanlar gibi ekolojik müştereklerin metalaştırılmaması için mücadele veriyordu. Bu hareket başlangıçta özel mülkiyetin alanı olmayan ekolojik varlıkların özel veya kamu eliyle çitlenmesine ve metalaştırılmasına karşı, bu ekolojik varlıkların herkesin müştereği olduğu üzerinden ortaya çıktı. Ancak zamanla müşterekler siyasetinin alanı genişledi. Neoliberal politikaların hemen her alanda sosyal hizmetlere yönelik saldırılarına karşı eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamusal hizmetlerin de toplumun bir müştereği olduğu kabul görmeye başladı. Bunun yanı sıra kentlerde yaşanan soylulaştırma ve kentsel dönüşüm uygulamalarına karşı kent müştereği hareketleri de ortaya çıktı. Su meselesi de hem ekolojik bir müşterek hem de kentlerde su hakkı mücadelesi olarak müşterekler siyasetinin önemli bir alanı olageldi.

Bu kitaptaki çeşitli makalelerde vurgulanmış olmasına rağmen burada da bir kez daha müşterekler siyasetinin bir yanda piyasacı özel mülkiyet ilişkilerini redderken bir yandan da bürokratik devlet mülkiyetini reddettiği hatırlatmak gerekiyor. Özellikle günümüzde neoliberal devletin kendisi ve yerel yönetimler bizzat bir şirket mantığıyla yönetildiği için müşterekler siyaseti devleti redderken bugüne kadar elde edilmiş sosyal hakların tırpanlanmasına karşı da mücadele ediyor. Ancak bu noktada kamunun ne şekilde müşterekler siyasetine dahil edileceği bir tartışma olarak var olmaya devam ediyor. Dolayısıyla su müştereği söz konusu olduğunda su varlıklarının korunması kadar, su hakkı talebinin bir gereği olarak su hizmetlerinin de kamusal kaynaklarla sağlanması müşterekler siyaseti açısından ufuk açıcı deneyimlere sahip.

Su hakkı mücadeleleri Hindistan’dan Brezilya’ya kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılan bir mücadele alanı. Bu mücadelelerin en önemlilerini daha önce bir başka makalede anlatmaya çalışmıştım (Özbay, 2017). Bu makalede ise su hakkı mücadeleleri arasında suyu bir müşterek olarak tanıyan ve suyun müşterekliğini toplumsal hareketlerin gündemine sokan iki önemli mücadeleye, İtalyan Su Hareketleri Forumu ve Cochabamba Su Savaşları’na odaklanacağım. Ardından da toplumsal hareketlerin aşağıdan mücadelesi sonucu suyu müşterek olarak tanıyan belediyecilik deneyimlerine yer vereceğim.

Suyun bir müşterek olarak kabul görmesi: İtalyan Su Hareketi

Su müştereği siyasetinin çıkış noktası İtalyan Su Hareketi oldu. Dünyanın çeşitli bölgelerinde su hakkı mücadeleleri yaşanıyor olmakla birlikte suyun bir toplumsal hareket tarafından müşterekler kavramıyla savunulması ilk kez bu hareket ile gerçekleşti.

İtalya’daki su hareketi, 1995’te Riccardo Petrella isimli bir İtalyan ekonomistin yazdığı Su Manifestosu’nun İtalya’da yaygın destek bulmasının ardından, 1998’de İtalyan Su Sözleşmesi İçin Komite’nin (CICMA) kurulması ile ortaya çıktı (Carrozza & Fantini, 2016). 2003 yılında Floransa’da toplanan Dünya Su Forumu’na karşı organize edilen Alternatif Dünya Su Forumu ile İtalya’da bir su hareketi gelişti.

1990’ların ortasından itibaren su meselesi etrafında başlayan tartışmalar 2000’lere gelindiğinde artık bir toplumsal harekete dönüşmüştü. Bu dönemde gerçekleşen geniş katılımlı toplantıların ardından 2006 yılında İtalyan Su Hareketleri Forumu ortaya çıktı. İçerisinde yerel direnişlerin, STK’ların, sendikaların, akademisyenlerin ve aktivistlerin yer aldığı bu Forum sonraki dönemde su hareketinin taleplerini belirleyen en önemli organizasyon oldu.

İtalyan Su Hareketi’nin üç önemli özelliği vardı. İlki hareketin İtalya tarihindeki en katılımcı ve esnek toplumsal hareketlerden biri olmasıydı. Hareket, su hakkını temel bir insan hakkı olarak ele alıyordu. İkinci olarak, Avrupa’da su mücadeleleri ya yeniden belediyeleştirme ya da su hakkı hareketleri olarak kavramsallaştırma yaparlarken, İtalya’da ilk kez ‘müşterek’ kavramı da mücadelede yer buluyordu. Böylece müşterek tanımı bir toplumsal hareketin programına girmiş oluyordu. Üçüncü olarak da hareketin 2011 yılında suyun özelleştirilmesi sorununu referanduma götürmesi ve kazanması sonucu müşterekler kavramı diğer toplumsal hareketler tarafından da sahiplenilmeye başlandı. Böylece emek, bilgi, internet gibi diğer alanlarda da bir müşterekler siyaseti ortaya çıkmaya başladı (Carrozza & Fantini, 2016).

İtalya’dan dünyaya yayılan su hareketinin önemli dönüm noktalarından birisi de yeniden belediyeleştirme hareketlerini tetiklemesi olmuştu. Suyu bir müşterek olarak gören hareket, su hizmetlerinin özel şirketlere devredilmesine karşı büyük bir kampanyaya başladı. İtalyan Su Hareketleri Forumu’nun 2009 yılında yaptığı kampanyalar sonucu, Turin ve Venedik gibi şehirlerde belediyeler, su ve hıfzıssıhha hizmetlerini özel şirketlerin elinden geri aldılar. Hatta Napoli’de yeniden belediyeleştirmenin yanı sıra su varlıkları bir müşterek olarak kabul edilerek özel-kamu ikiliğini aşan bir anlayışla ele alınmaya başlandı. (Carrozza & Fantini, 2016). 2014 yılında Public Services International ResearchUnit (PSIRU), Transnational Institute (TNI) ve Multinational Observatory tarafından hazırlanan “Geri Dönüş Yok: Küresel Bir Eğilim Olarak Suyun Yeniden Belediyelerin Yönetimine Geçmesi” başlıklı rapora göre 2000 ile 2014 yılları arasında, su hizmetlerinde, tüm dünyada 180 yeniden belediyeleştirme vakası yaşanmıştı (Lobina, Kishimoto & Petitjean, 2015). 

Ancak bu belediyeleştirmelerin hepsini müşterekler siyaseti içerisine almak elbette mümkün değil. Yine de suyun bir müşterek ve bir insan hakkı olduğu gibi güçlü kavramsal iddialar küresel ölçekte neoliberal uygulamalara karşı kazanım elde etmenin önünü açmış oldu.

Su hareketinden çıkan müşterekler siyaseti İtalya’da birçok farklı mücadele tarafından da sahiplenildi. Hatta 2013 seçimlerine katılmak üzere Emek, Müşterekler ve Çevre İttifakı isimli bir siyasi hareket dahi oluşturmuşlardı. Bu hareket oldukça başarısız olmasına rağmen müşterekler adıyla seçimlere giren muhtemelen ilk girişim oldu. Katalonya’da da benzer şekilde 2015 yılındaki yerel seçimlere içerisinde Su Yaşamdır platformu dâhil birçok toplumsal hareketin ve siyasi partinin yer aldığı Müşterek Barselona platformu katıldı. İtalya’daki hareketten farklı olarak Müşterek Barselona büyük bir zafer kazanarak belediye seçimini kazandı.

Suyun müşterekleştirilmesi deneyimi olarak Cochabamba Su Savaşları

2000 yılında Bolivya’nın Cochabamba şehrinde yaşanan su isyanı, büyük bir su hareketinin başlangıcı oldu. Tarihe “Su Savaşları” olarak geçen olaylar dizisi aslında 1993 yılında Başkan Sanchez’in Bolivya genelinde başlattığı özelleştirme programının bir sonucuydu. Dünya Bankası’nın da desteklediği özelleştirme programının ilk etabı elektrik, telekomünikasyon, petrol ve doğalgaz şirketlerinin özelleştirilmesini içeriyordu. İkinci etabında da La Paz, Santa Cruz ve Cochabamba şehirlerinin su hizmetlerinin özelleştirilmesi yer alıyordu. Cochabamba son birkaç on yılda en fazla göç alan şehirlerden biriydi. 1950 yılında 80 bin olan nüfusu 1992 yılında 412 bine çıkmıştı. Bu nüfusun ancak %53’ü su şebekesine bağlıyken sadece %23’üne 24 saat düzenli olarak su verilebiliyordu (Marvin & Laurie, 1999). Nüfusun geri kalanı su ihtiyacını kuyulardan, su tankerlerinden ya da su komiteleri gibi kendi oluşturduğu çeşitli sivil toplum örgütlenmelerinden elde edebiliyordu(Assies, 2003). 1999 yılında Bolivya hükümeti, Aguas del Tunari isimli uluslararası bir konsorsiyum ile Cochabamba’nın Belediye İçme Suyu ve Kanalizasyon Hizmetleri (SEMAPA) biriminin işlerini üstlenmesi için anlaştı. Bu sayede Cochabamba’nın su krizine çözüm bulunabileceği düşünülüyordu. Konsorsiyum kâr amaçlı bir su yönetimini devreye soktu ve su fiyatları %150’lere varan bir biçimde yükseldi. Yıllar içerisinde derinleşen su krizi sonrası yaşanan bu özelleştirme Cochabamba’da tepkiye yol açtı.

İlk itirazlar Su ve Hanehalkı Ekonomisini Savunma Komitesi, Mahalle Dernekleri Federasyonu ve Cochabamba Fabrika İşçileri Federasyonu (FDTFC) gibi oluşumlar üzerinden yükseldi. Bir araya gelen bu gruplar Suyu ve Yaşamı Savunma Koordinasyonu’nu (Coordinadora) kurdu. Coordinadora hem emek örgütlerinin hem mahalle örgütlerinin hem de örgütsüz bireylerin katılımına izin veren yapısıyla kentin su yönetiminin müşterekleştirilmesi konusunda çok önemli bir adım oldu.

Mücadelenin başlamasında sendika (FDTFC) önemli bir rol oynadı. Su fiyatlarındaki artış üzerine, 2000 yılının Ocak ayında birçok kişi kent meydanındaki sendika binasına giderek şikâyet etmeye başladı. Sendika, faturaları ödememeleri çağrısı yaptı. Kentin su yönetimini devralan Aguas del Tunari şirketi de faturalarını ödemeyenlerin sularını keseceğini duyurdu. Bunun üzerine sendika binasında toplanan Coordinadora üyeleri ve öfkeli insanlar 11 Ocak’ta genel grev ilan ettiler. Grev mahalle derneklerinin yollara barikatlar kurması ile isyana dönüştü. Coordinadora 13 Ocak’ta kent meydanında açık bir miting düzenlenmesi çağrısı yaptı. Miting sırasında göstericilerle polis arasında çatışma yaşanmakla birlikte hareket temsilcileri ve hükümet temsilcileri müzakere etmeye başladı. Müzakereler sonucu hareket önemli tavizler koparmayı başardı ve böylece Cochabamba Su Savaşları’nın ilk etabı sona erdi (Assies, 2003).

Su krizinin nihai olarak çözülememiş olması birkaç hafta içerisinde gerginliği yeniden arttırdı. Hareketin taleplerinin kabul edilmemesi sonucu öfkeli kalabalıklar Şubat ve Nisan ayları içerisinde tekrar sokaklara indi. Hükümet her defasında daha da sert müdahale etti. Nisan ayındaki genel greve bu kez suyun özelleştirilmesi kanununun tamamen kaldırılması talebiyle Bolivya Köylü İşçiler Konfederasyonu da katıldı. Ordu kentte sıkıyönetim ilan etti. Bir hafta boyunca süren isyan ve çatışmalar sırasında yüzlerce eylemci yaralandı ve gözaltına alındı. Bir kişi öldü. Sonunda hükümet geri adım attı ve Aguas del Tunari ile anlaşma feshedildi. Su hizmetini sağlama görevi tekrar belediyeye verildi. Suyu özelleştiren 2029 sayılı kanunda değişiklik yapılacağı duyuruldu (Assies, 2003).

Cochabamba Su Savaşları’nın çok önemli üç sonucu oldu. İlk olarak 15 yıldır uygulanan neoliberal politikalardan biri, ilk kez toplumsal bir hareket ile durdurulmuş oldu. İkincisi, Bolivya’daki toplumsal mücadelelerin biçimini değiştirdi. Önceden toplumsal mücadelelerin başını sadece sendikalar çekerken, Cochabamba’da oluşan mahalle dernekleri ve içme suyu komiteleri hareketin öne çıkardığı platformlar oldular. Sendikalarla birlikte oluşturdukları Coordinadora ise yatay, ağ tipi bir örgütlenme modeli olarak ortaya çıkmış oldu. Aşağıdan oluşturulan bu platform hükümet tarafından tanınmak ve müzakere için muhatap alınmak zorunda kalındı (Assies, 2003). alınmak zorunda kalındı (Assies, 2003). Dolayısıyla su krizinin özünde suyun yönetimine demokratik katılım meselesi olduğu da açıkça görülmüş oldu. Coordinadora’nın kent meydanında yaptığı kitlesel açık forumlar da bir doğrudan demokrasi örneği olarak toplumsal mücadeleler tarihindeki yerini aldı.

Coordinadora etrafında oluşan bu yurttaş katılımı müşterekler siyasetinin önemli bir deneyimi olarak kayda geçmiş oldu. Kentin su yönetiminde Coordinadora birkaç yıl boyunca önemli bir rol oynadı. Üçüncü olarak genel grevin diğer şehirlere de yayılması, işçilerin su hakkını aşan talepleri de öne çıkarmasına ve böylece yeni bir toplumsal hareketin fitilinin ateşlenmesine neden oldu. Örneğin köylüler mazot ve ulaştırma masraflarının yüksekliğini protesto ederken, öğretmenler ücret artışını, başında Evo Morales’in olduğu koka üreticileri koka üretimi önündeki engellerin kaldırılmasını talep etti (De Angelis, 2017: 309). Bu hareketin zamanla genişleyerek radikal bir sol harekete dönüşmesi sonucu da 2005 yılında Morales devlet başkanı olarak seçildi.

Cochabamba’daki su mücadelesi merkezinde işçi sınıfının olduğu ama su hakkını sadece savunmak durumundan çıkarak, Coordinadora üzerinden su politikalarının belirlenmesini de fiilen örgütleyen bir yapının kurulduğu bir deneyim olarak tarihe geçti. Cochabamba’da yaşanan suyu müşterekleştirme mücadelesi, hareketten gelen ve sosyalist olduğunu söyleyen Bolivya Başkanı Evo Morales hükümetinin uygulamalarına karşı hâlâ devam ediyor. Morales, 2008 yılında gerçekleşen anayasa değişikliği sonrası sorunların devlet eliyle çözülebileceğini düşünerek özerk yapılara karşı tavizsiz bir politika izliyor. Dolayısıyla Cochabamba’da ortaya çıkan su komiteleri ve Coordinadora gibi yapıların karar ve uygulama süreçlerine müdahalesine karşı çıkıyor. Haklı olarak hareket sözcüleri de bunu devlet eliyle yeni bir çitleme politikası olarak algılıyor (Dwinell&Olivera, 2017). Bu mücadele aynı zamanda müşterekler siyasetinin potansiyelleri ve sınırlılıkları üzerine daha derinlemesine tartışma imkânları da sunuyor.

Bu tartışmayı yapanların en önemlilerinden biri, müşterekler siyasetini antikapitalist mücadele açısından taşıdığı potansiyelleri ele alan Massimo De Angelis. De Angelis dışında müşterekler siyasetinin antikapitalist potansiyellerini tartışmaya açan başkaları da (bkz. Dwinell&Olivera, 2017) bu hareketin önemine vurgu yaparlarken genel grev ve işçi sınıfı hareketini bir ölçüde silikleştirerek anlatıyorlar. De Angelis kendi teorisine en uygun hareketlerden biri olarak gösterdiği Cochabamba deneyiminde, hareket ortaya çıkmadan önceki 30 yılda gelişen, halkın su ihtiyacını karşılamak için kendi kendine ortaya koyduğu tedarik yöntemlerine odaklanıyor (De Angelis, 2017: 305). Ancak Cochabamba’da Coordinadora’nın oluşabilmesindeki temel dinamik güç sendika ve genel grev iken, De Angelis iktidarın geri adım atmasına neden olan ve Coordinadora’nın var olmasını sağlayan bu temel dinamiği bir yan unsur olarak görme eğiliminde. İlginç bir şekilde Dwinell ve Olivera ise işçi sınıfından neredeyse hiç söz etmiyor ve halkın oluşturduğu su komitelerini öne çıkarıyor. Morales hükümetinin uygulamaları eleştirilirken meselenin devlet, çözümün ise özerk yönetim mekanizmaları olduğunu anlatıyorlar. Oysa su komiteleri ve Coordinadora’nın aslında bir sınıf örgütlenmesi olmakla birlikte üretim araçları temelinden yoksun olduğunu, bu nedenle meclis toplantılarında ortaya konan büyük toplumsal sorunlara yanıt verebilecek bir örgütlenmeye evrilemediğini atlamış oluyorlar. Bu yapılar işyerleri üzerinden değil mahallelerde yaşayan işçilerin katılımı üzerinden örgütleniyor ve sınırlılığı da burada. Bu nedenle su hizmetlerinin ulaşmadığı mahallelerde su komiteleri, halkın oluşturduğu fonlarla su borularının tamirini kendi üstleniyor ama bunu öne çıkaran yazarların verdiği önemin aksine bu durumun sürdürülemezliği ortada. Sorun sadece devletin su komiteleri gibi yapıları tanımaması değil belediye ve su hizmetlerinde çalışan işçilerin bu süreçlere katılamamış olmasında. Bu eksiklik ve zayıflık zamanla devletin etkin bir hizmet götürdüğü iddiası ile bu alana girmesi sonucunu doğuruyor.

Yerel yönetimlerde yaygınlaşan suyu müşterek olarak tanıma

Su hareketi etrafında yükselen mücadeleler hemen her yerde yerel mücadeleler olarak ortaya çıktı. Fakat sorunların büyüklüğü zamanla mücadele ölçeğini değiştirdi. 1999 Seattle sonrası ortaya çıkan küresel antikapitalist hareket ve Dünya Sosyal Forumu yerel mücadelelerin küresel mücadele ağının bir parçası olmasına olanak veriyordu. Ancak bu küresel hareket özellikle 2008 ekonomik krizi ile birlikte hızlı bir düşüşe geçti. Yerel su hareketleri ve daha yakın bir zamanda müşterekler siyaseti yapmaya çalışan hareketler ulusal hükümetlerin kemer sıkma politikalarına karşı ulusal çapta alternatifler ortaya koyamamaları sonucu politik bir hedef olarak belediyeleri gözlerine kestirmeye başladılar. Belediyecilik akımı bu dönemin daha öncesine de gidiyor olmakla birlikte, müşterekler siyaseti açısından ekolojik yıkıma karşı ve merkezi yönetimlerin neoliberal kemer sıkma politikalarına karşı bir savunma hattı olarak, hatta Barselona örneğinde radikal bir sol alternatifin inşası olarak öne çıktı.

Bu dönemde, su meselesinde, müşterekler siyasetini belediyelere ve çeşitli yerel yönetimlere kabul ettirme amacı güden kampanyalardan bir tanesi Mavi Topluluklar (Blue Communities) oldu. Su hakkı, uzun yıllar verilen mücadelelerin ardından 2010 yılında Birleşmiş Milletler tarafından bir insan hakkı olarak tanınmıştı. Ancak hemen her BM kararı gibi bu kararın nasıl uygulamaya konacağı da belirsizdi. Kanada’da yaklaşık yirmi yıldır süren su varlıklarını izleme ve su hakkı kampanyaları 2008 krizinden sonra da su hakkı etrafında kemer sıkma politikalarına ve suyun ticarileştirilmesine karşı yaygın kampanyalar yapıyorlardı. Su hakkı aktivisti ve yazar Maude Barlow’un öncülüğünde bir araya gelen Mavi Gezegen Projesi (Blue Planet Project), Kanada Kamu Çalışanları Sendikası (the Canadian Union of Public Employees – CUPE) ve Kanadalılar Konseyi (Council of Canadians) 2010 yılında Mavi Topluluklar Projesi’ni (Blue Communities Project) oluşturdu. Mavi Topluluklar, yerel düzeyde BM’nin aldığı kararı uygulamaya koymaya çalışan bir girişim olarak ortaya çıkmış oldu.

Mavi Topluluklar, su varlıklarını sadece temiz tutmayı değil, onu korumayı da amaçlıyor ve bir müşterek olarak gördüğü suyun özelleştirilmesine ve ticarileştirilmesine karşı çıkıyor. Bütün canlılar için müşterek olan suyu bir insan hakkı olarak tanıyor. Mavi Topluluklar aşağıdaki üç maddede özetlenen bir su müştereği çerçevesi oluşturdu. Su müştereği çerçevesi suyu herkes tarafından paylaşılan ve herkesin sorumluluğu olan ortak bir varlık olarak tanımlıyor.

Su müştereği çerçevesinin üç maddesi şunlar:

  1. Su ve hıfzıssıhha hakkını bir insan hakkı olarak tanımak.
  2. Belediye binalarında, tesislerinde ve etkinliklerinde ambalajlı su satışını yasaklamak.
  3. Su ve kanalizasyon hizmetlerinin kamusal bir hizmet olarak verilmesi yönünde destek olmak. (Blue Community, 2016: 4)

Bugüne kadar Mavi Topluluklar’a Kanada’dan 20 şehrin yanı sıra İsviçre’den St. Gallen ve Bern; Fransa’dan Paris, ABD’den Northampton ve son olarak Yunanistan’dan Selanik ve Almanya’dan Berlin belediyeleri katıldılar.

Mavi Topluluklar başlangıçta belediyeleri içeren bir kampanya iken zamanla bu ilkeleri kabul eden çeşitli kurumları da bünyesine katmaya başladı. Bu kurumların en başında yerli halklara ait özerk yönetimler ve üniversiteler geliyor. İsviçre’den St. Gallen ve Bern üniversitesi ve Dünya Kiliseler Konseyi gibi çeşitli dini oluşumlar da Mavi Topluluklar’a üye oldular örneğin.

Türkiye’de henüz Mavi Topluluk üyesi bir yerel yönetim veya üniversite bulunmuyor. Ancak Su Hakkı Kampanyası’nın öncülüğünde bu konuda çeşitli girişimler yaşandı. Bu girişimlerin en önemlisi 2017 yılı sonunda Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ile başlatılan kampanya oldu. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri üniversite yönetiminin su müştereği çerçevesini kabul ederek Mavi Topluluklar üyesi olmasını talep etmişlerdi. Kampanya oldukça ses getirmiş olsa da biraz da ülke gündeminin etkisiyle umduğu başarıyı elde edemedi.

Suyun müşterek olarak tanınmasını savunan bir başka belediyeler ağı da İspanya’da 2015 yerel seçimleri sonrasında kuruldu. Kamusal Su Ağı ismini alan bu belediyeler birliği, çoğunlukla sol belediyelerin su hizmetlerinin özelleştirilmesine karşı kamusal su hizmetlerini savunmak ve kamu-kamu işbirliğini öne çıkarmak için oluşturdukları bir platform. Bu ağ 2015’in Kasım ayında Madrid’te su meselesini konuşmak üzere Barselona, Madrid, Valensiya, Zaragoza, A Coruña, Santiago de Compostela gibi sol adayların kazandığı şehirlerin belediye başkanlarını da davet ederek Kamusal Su İçin Şehirler Konferansı düzenledi. Neoliberal piyasa çözümlerinin tüm dünyaya dayatıldığı bir dönemde bu konferansta ilan edilen Suyun Kamusal Yönetimine İlişkin Bildiri bir kilometre taşı olma potansiyeli taşıyor. Bir araya gelen aktivistler, sendikalar, STK’lar ve belediyeler suyu bir kez daha ‘müşterek’ ve su hakkını bir ‘insan hakkı’ olarak ele aldıklarını ilan ederek, suyun kamusal yönetiminde belediyelerin, yerel meclislerin ve diğer kamu örgütlerinin daha yakın bir ilişki kurması gerektiğinde uzlaştılar.

Sudan diğer alanlara kentlerin müşterekler siyaseti

2000’li yılların başında Su Hareketleri Forumu üzerinden İtalya’da müşterekler siyaseti, diğer toplumsal hareketlerle paralel bir şekilde yükselirken 2011 sonrasında toplumsal hareketler ve müşterekler siyaseti İspanya üzerinden önemli bir ivmelenme yaşadı.

2011’de meydanları işgal eden ve genel grevlerin yaşanmasına neden olan Öfkeliler (Indignados) hareketi üzerinde yükselen yeni sol parti Podemos, 2015 genel seçimlerinde kemer sıkma karşıtı radikal bir sol program etrafında üçüncü büyük parti olmuştu. Podemos’un da destek verdiği ancak şehirlerde çok daha geniş birlikteliklerin sağlandığı platformlar, yine 2015 yılında gerçekleşen belediye seçimlerinde sol adaylar etrafında çok sayıda belediyeyi kazandılar. Bu yerel ittifaklar içerisinde su hakkı hareketlerinin yanı sıra birçok başka toplumsal hareket daha vardı. Bu yerel seçim platformları arasında müşterekler siyaseti açısından en önemli çıkışı Müşterek Barselona (Barcelona en Comu) gerçekleştirdi.

Barselona’da kurulan hareket aslında kendine isim olarak Guanyem Barcelona’yı (Guanyem/Ganemos ‘Kazanalım’ anlamına geliyor) seçmişti. Bu isim Podemos’a (Yapabiliriz) benzer bir şekilde bir partiye değil bir harekete vurgu yapıyordu. Fakat çeşitli nedenlerle bu isimle seçimlere girememeleri üzerine Müşterek Barselona (Barcelona en Comu- BeC) ismini kullanmaya başladılar. İsim konusundaki tartışmalarda ‘demokratik devrim’ gibi isimler de gündeme gelmiş olmakla birlikte müşterek kelimesi yeni bir tür kamusallığı içermesi açısından en fazla desteği almış. Müşterekleri kurumsallaşmamış bir kamusal alan olarak görüyor hareket (Subirats, 2017).

Guanyem’den itibaren hareketin 4 temel başlangıç noktası var:

  1. Şehrin kontrolünü geri almak: Turizm, sanayi vb. nedenlerle kentin kontrolünün şirketlerde olduğunu söylüyorlar.
  2. Aciliyeti olan sosyal meselelere çözüm: Konut, su gibi on binlerce mağduru olan konularda acil çözümler.
  3. Şehre dair alınan kararlara halkın katılımını sağlamak.
  4. Siyasetin ahlakileştirilmesi: Bu, yolsuzluklara ve kemer sıkma politikalarına karşı bir tepki. (Subirats, 2017)

Yerel seçimlerde hareketin Barselona belediye başkan adayı olan Ada Colau seçimleri kazandı.[1] Müşterek Barselona, müşterek bir iyi yaşamı yeniden tanımlamaya ve buna yönelik su, konut, ulaşım, maaş, kamusal alan politikaları geliştirmeye çalışıyor. Bunun önemi şurada, siyasetteki özel-devlet ikiliğini kırmak ve karar süreçlerinden bizzat uygulama süreçlerine kadar her alanda yurttaş katılımını sağlamak için devletten (yani belediye yöneticileri ve bürokrasisinden de) özerk bir alan yaratmaya çalışıyor. Bu alanı her yurttaşın katılabildiği bir müşterek alan olarak tahayyül ediyor.

Hareketin en ayırt edici özelliği geleneksel siyaset yapma yöntemlerine karşı, yani siyasi partiler ve sendikalar dışında, yeni bir politik katılım ve aktivizm önermesi. Kentlinin mahallesinden başlayarak kent sorunlarının belirlenmesine ve çözüm önerileri geliştirilmesine doğrudan katılabilmesinin araçlarını yaratıyor. Bu nedenle de hareketin partisi deniyor Müşterek Barselona için (Zelinka, 2018).

Asamblearismo da denilen katılımcı mahalle forumları veya meclisleri Müşterek Barselona’nın en alt birim örgütlenmesi. Hemen her konunun konuşulabildiği bu meclis toplantılarında eşit söz hakkına ve mümkün olduğunca kararların konsensüs ile alınmasına önem veriliyor. Belediyenin de kazanılması ile birlikte meclislerin mahalle planlarının ve kent planlarının hazırlanmasında aktif katkıları alınıyor. Şehirde 300 kadar mahalle meclisi bulunuyor (Zelinka, 2018).

Ada Colau’nun belediye başkanı seçilmesiyle birlikte ciddi bir yeniden belediyeleştirme süreci yaşanıyor. Su hizmetleri büyük oranda özel şirketlere devredilen Barselona’da BeC yönetimi su hizmetlerini kamulaştırıyor (Badia & Subirana, 2015). Hatta 2018’de bunu referanduma dâhi sundu. 

Cenaze işlemlerinden, kadın sığınma evlerine kadar birçok alanda yeniden belediyeleştirme gerçekleşiyor (Sobart, 2018). Bu belediyeleştirme basitçe hizmetlerin yeniden kamunun eline geçmesini değil müşterekleştirilmesini yani yönetimine yurttaş katılımının sağlanmasını da amaçlıyor.

Barselona’daki hareket tek bir şehir üzerinden küresel neoliberalizme karşı uzun süreli bir kazanım elde edemeyeceğinin farkında. Ancak solun uluslararası ölçekte yaşadığı başarısızlıklar (Latin Amerika’da sol iktidarların başarısızlıkları, Syriza’nın yarattığı hayal kırıklığı, Podemos’un seçimleri kazanamaması) kentler üzerinden küresel bir mücadele verilebileceği anlayışının kuvvet kazanmasına neden oldu. Müşterek Barselona bu nedenle sol belediyeleri küresel ölçekte birleştirmek için de çaba harcıyor.

Ada Colau belediye başkanı seçildiği gün yaptığı konuşmada Akdeniz çapında bir şehirler hareketi kurmaya çalışacaklarını söylemişti. Ardından, 2016 yılında Dünya Belediyeler Birliği Eşbaşkanlığı’na seçildi. 2017’nin Haziran ayında da Barselona’da Korkusuz Şehirler Konferansı düzenlendi. Uluslararası ölçekteki bu belediyecilik toplantısının çağrısında şöyle deniliyordu: “Korkunun ve güvensizliğin nefrete, eşitsizliklere, yabancı düşmanlığına ve otoriterliğe çevrilerek yükseldiği bir dünyada kentler insan haklarını, demokrasiyi ve müştereklerini savunmak için bir araya geliyor” (Su Hakkı, 2017). Toplantıya 5 kıtanın 68 ülkesinden 180 kentin belediye başkanları, çalışanları, barınma ve kent hakkı üzerine çalışan STK’lar ve çeşitli platformların temsilcileri katıldı. Korkusuz Şehirler 2018 yılında ise New York, Varşova gibi birçok şehirde uluslararası bölgesel toplantılar organize etti.

Bir su hakkı ve müşterekler siyaseti kuramcısı olan Prof. Dr. Juan Subirats, Müşterek Barselona’nın da en etkin isimleri arasında. Subirats tek bir şehir üzerinden ulusal ve küresel sorunların çözülmeyeceğinin farkında oldukları için uluslararası bir belediyeler hareketine önem verdiklerini ve bunun da ötesinde “Müşterek Bir Ülke” (Un pais en comu) girişimi üzerinden Müşterek Katalonya’yı kurmaya çalıştıklarını anlatıyor (Subirats, 2017). Bu, müşterekler siyasetini şehir ölçeğinden bir adım öteye taşıyarak ülke düzeyine yaymak anlamına geliyor ama bu konuda henüz Müşterek Barselona’daki gibi bir oluşum ve hareket yaratılabilmiş değil.

Sonuç yerine

1990’lardan günümüze neoliberal saldırganlığa karşı müşterek olan varlıkların, çoğunlukla da ekolojik varlıkların, savunulması şeklinde başlayan müşterekler siyaseti zaman içerisinde kentsel müştereklerin de savunulması ve savunulmasından da bir adım daha ileriye giderek kamusal mekânların müşterekleştirilmesi şeklinde gelişti. Son yıllarda kentin bizatihi kendisinin bir müşterek olarak görülmeye başlanması, bu çerçeve içerisinde birçok kolektif hak talebinin öne çıkmasına da imkân veriyor. Kamusal eğitim, temiz hava, denize erişim hakları gibi su hakkı da hayati önemdeki haklardan biri. Müşterekler siyaseti içerisinde hak temelli mücadeleye karşı olan eğilimler olduğunu da burada belirtmek gerekiyor (Mattei, 2012; Dwinell & Olivera, 2017). Bu yaklaşım nedense ‘hak’ kavramını liberal bir bireysel hak ve özgürlükler alanına indirgiyor. Oysa ‘hak’ kapitalizmin tarihi boyunca en temelde sınıflar mücadelesinin alanı olagelmiştir; hafta sonu tatili hakkı, haftalık 48 saat çalışma hakkı, parasız eğitim ve sağlık hakkı vb. Hak kavramı kamu kaynaklarının kullanımına yönelik bir taleptir ancak bununla kalmak zorunda değildir. Somut bir hak talebi etrafında mobilizasyon politik ve örgütsel seferberliği sağlayabilir. Müşterekler siyaseti de benzer şekilde somut talepler etrafında kolektif haklar üzerinden yükselebilir. Su hakkı bu anlamda önemli bir mücadele alanıdır. Ancak burada kalmamak, suyun kullanım önceliklerini havza bazlı bir yönetim politikasıyla belirleyebilmek tam da suyu müşterekleştirme alanıdır. Su hakkı gibi talepler çeşitli kazanımları hukuki ve anayasal güvence altına alınması açısından önem taşır ancak her hak yine toplumsal güç ilişkileri sonucu tırpanlanabilir. Bugün Bolivya’da yaşanmakta olduğu gibi tersine çevrilebilir. Bunu kalıcı kılacak tek yol kapitalizmi aşma yönünde adım atmaya çalışan hareketlerin çok yönlü bir strateji izlemesidir. Müşterekleştirme pratiklerinden hak temelli mücadeleye, müştereklerin savunulmasından üretimin müşterekleştirilmesine birçok yöntem birlikte yürütülmek zorunda. Bunun için de müşterekler siyaseti içerisinde çokça ihmal edilen devrim, örgütler ve işçi sınıfının merkezi rolü gibi konuları da yeniden tartışmaya açmak durumundayız. Kolektif hakları öne çıkarmak hem hareketi farklı sınıfların birlikteliğinden oluşan bir müşterekler siyasetinden çıkarmak anlamında hem de kamuyu bürokrasi anlamıyla değil ama kamu kaynaklarının kullanılması konusunda yeniden çağırma anlamında önemli. Su, sağlık, eğitim gibi hizmetlerin toplum yararına, kaliteli ve ücretsiz bir şekilde verilebilmesi kapitalizm var olduğu müddetçe kamu kaynakları olmadan sürdürülemez. Örneğin Barselona’nın Sants ilçesinde mahalle meclisinde etkin olan anarşist grupların çabasıyla kurulmaya çalışan bir okul, kamu kaynaklarını reddederek kendi öz kaynaklarıyla bu okulu açmaya çalışmıştı. Fakat maaşlarından vergi kesintileri yapılmaya devam edilen işçiler ve yoksullar için bu antikapitalist bir uygulama değil maddi bir yük anlamına geliyordu. Bu nedenle hareket içerisinde ciddi tartışmalar yaşanmıştı (Subirats, 2017). Cochabamba örneğinde de yoksullar, aslında devlet bu hizmeti vermediği için zoraki olarak su hizmetlerini kendi yöntemleriyle sağlamak zorunda kalmıştı. Can Irmak Özinanır’ın bu kitapta yer alan makalesinde vurguladığı gibi üretim alanının dışında süren mücadele içerisini de kapsamadıkça kendini izole edecektir. Yüzbinlerce eğitim emekçisini kapsamak, binlerce su hizmeti çalışanını kapsamak basitçe kendi otonom uygulamalarına yönelen bir hareketle başarılamaz. Bu noktada kamu kaynaklarının kullanımı hem sınıf mücadelesinin bir alanıdır hem de devlet yönetiminden özerkleşmek, o alandaki emekçileri de kapsayarak verilebilecek bir müşterekler siyaseti ile mümkün olabilir ancak. Aksi takdirde yerel ölçekli direnişlerden öteye gitme ihtimali oldukça düşük.

Su meselesinin özgünlüğü suyun diğer ekolojik varlıklara göre daha yerel sınırları olmasıdır. Bu nedenle yerel mücadeleler hızla öne çıkarak başarı elde edebiliyor. Öte yandan su hakkı talebinin en önemli muhatabının belediyeler olması da belediyecilik anlayışının müşterekler siyaseti içerisinde yaygınlaştırılmasını kolaylaştırıyor. Oysa küresel bir sistem olan kapitalizme karşı alternatif oluşturma iddiası taşıyan otonomlar veya belediyeler Begüm Özden Fırat’ın da bu kitapta yer alan makalesinde belirttiği üzere zamanla toplumsal hareketlerden izole olarak bir tür korunaklı adacıklar haline gelebiliyor. Subirats’ın önerdiği radikal sol belediyelerin küresel ağı olarak bir tür Birleşmiş Şehirler ise son derece merkezileşmiş askeri ve hukuki aygıtlar olan devletler var olmaya devam ederken, ona paralel olarak yapabileceklerin sınırlılıklarını yine Barselona örneğinde gösteriyor.

 Hatırlanacağı üzere Katalonya’da düzenlenen bağımsızlık referandumunda İspanya devletinin sert müdahalesine karşı en kitlesel direnişi Barselona gerçekleştirebilmişti. Müşterek Barselona hareketinin sahip olduğu meclisler, onbinlerce insanı mobilize ederek aşağıdan bir referandum yapılmasını mümkün kılmıştı. Ancak merkezi yönetim Katalonya Özerk Bölgesi Başbakanı’nı azletti, Katalonya’nın özerkliğini sınırlandırdı, başka illerden polis ve jandarmayı Barselona’ya gönderdi. Müşterek Barselona hareketi her ne kadar devleti görmezden gelerek kendi politikalarını inşa etmeye çalışsa da gerçeklik bütün sertliği ile referandumda karşılarına dikilmiş oldu.

Müşterekler siyaseti devletçilik ve özel mülkiyet arasında sıkışan politik alandan çıkarak aşağıdan mücadeleyi ve antikapitalist bir alternatifi mümkün kılıyor. Su, diğer bütün ürünlerden ve hizmetlerden farklı olarak yaşamın kaynağı olması dolayısıyla bu mücadeleyi veren hareketlerin her zaman ana gündemleri içerisinde ilk sıralarda yer alıyor. İtiraz edilmesi mümkün olmayan bir meşruiyet gücü olması açısından da su hakkı artık verilen mücadelelerin sonucunda su şirketleri ve kapitalist devletler tarafından bile bir insan hakkı olarak tanınıyor. Ancak suyun nasıl yönetileceği, dolayısıyla su hakkının nasıl sağlanacağı, su müştereği siyasetinin tam merkezinde yer alıyor. Suyun kullanım önceliklerinin belirlenmesi de kaçınılmaz olarak sınıf siyasetinin üzerinde yükseldiği bir alan olarak beliriyor.

 

Dipnotlar

[1] İspanyol modeli neoliberal konut edindirme sistemi 2008 krizinden birkaç yıl önce çökmüştü. Hemen her gün 160 kadar insan zorla evlerinden tahliye ediliyordu. İki yıl içerisinde yüzbinlerce genç, kadın ve göçmen evsiz kalmıştı. 2006 yılında bu konut krizi mağdurları Barselona’da V de Vivienda’yı (Diktatörlük altında isyanı anlatan V for Vandetta filmine atfen hareket ‘Konut için V’ adını aldı) kurdu. 2009 yılında ise yine Barselona’da Hipotekten Etkilenenler Platformu (Plataforma de Afectadospor la Hipoteca- PAH) kuruldu. Bu hareketin ülke çapında kurduğu mücadele ağlarının 15M çağrısında çok önemli bir rolü oldu. PAH’ın sözcüsü Ada Colau, Barselona’daki Katalan Meydanı’nı boşaltmak için gerçekleştirilen polis baskınında sürüklenerek gözaltına alınmıştı. Colau 2015 yılında Barselona Belediyesi Başkanı olarak seçildi. Daha fazla bilgi için bkz http://www.x-pressed.org/?xpd_article=pah-platform-for-the-mortgage-affected-si-se-puede

Kaynaklar

Assies, W. (2003). “David versus Goliath in Cochabamba: Water Rights, Neoliberalism, and the Revival of Social Protest in Bolivia”. Latin American Perspectives, 30(3), 14-36.

Badia, E., & Subirana, M. (2015). Window of opportunity for public water in Catalonia. Erişim: https://www.tni.org/files/article-downloads/water_remunicipalisation_in_catalonia_by_mui_and_eloi_eng-final.pdf

Blue Community. (2016). Blue Communities Project Guide.

Carrozza, C., & Fantini, E. (2016). “The Italian water movement and the politics of the commons”. Water Alternatives, 9(1), 99-119.

De Angelis, M. (2017). Omnia Sunt Communia: Principles for the Transition to Postcapitalism. Londra: Zed Books Ltd.

Dwinell, A. & Olivera, M. (2017). “Su Bizim Ulan”. Adaman, F., Akbulut, B. & Kocagöz, U. (Haz.) Herkesin Herkes İçin: Müşterekler Üzerine Eleştirel Bir Antoloji. İstanbul: Metis Yayınları

Hardin, G. (1968). “The tragedy of the commons”, Science, 162, 1243-48.

Lobina, E., Kishimoto, S., & Petitjean, O. (2015).Geri Dönüş Yok: Küresel Bir Eğilim Olarak Suyun Yeniden Belediyelerin Yönetimine Geçmesi. Çev. Arife Köse. Erişim: https://www.suhakki.org/wp-content/uploads/2015/02/GeriDonusYok-SuyunYenidenBelediyelestirilmesi.pdf

Marvin, S., & Laurie, N. (1999). “An Emerging Logic of Urban Water Management, Cochabamba, Bolivia”. Urban Studies, 36(2), 341-357.

Mattei, U. (2012). “First Thoughts for a Phenomenology of the Commons”. Bollier, D. ve Helfrich, S. (Der.) The Wealth of the Commons: A World Beyond Market and State. Amherst: Levellers Press.

Özbay, Ö. (2017). “Uluslararası Su Hakkı Mücadeleleri”. İlhan, A., Erdoğan, E., Yüce, N. ve Özbay, Ö. (Haz.) Türkiye’de ve Dünyada Su Krizi ve Su Hakkı Mücadeleleri. İstanbul: Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği.

Sobart, L. (2018, Mayıs 25). Reclaiming the city. Erişim: https://newint.org/taxonomy/term/14172

Su Hakkı. (2017, Haziran 15). Su Hakkı Kampanyası Barselona’daki Korkusuz Şehirler Toplantısı’ndaydı. Erişim: https://www.suhakki.org/2017/06/su-hakki-kampanyasi-barselonadaki-korkusuz-sehirler-toplantisindaydi/

Subirats, J. (2017). Catalunya en Comú: Building a country in common(s) – Interview with Joan Subirats. Erişim: https://blog.p2pfoundation.net/catalunya-en-comu-building-a-country-in-commons-interview-with-joan-subirats/2017/12/21

Zelinka, A. (2018). Examining Barcelona en Comú’s attempt to be a movement-party. Erişim: https://www.tni.org/en/publication/examining-barcelona-en-comus-attempt-to-be-a-movement-party